20 Aralık 2012 Perşembe

yaşam da an"a dair
seni yolda tutan ancak,
işaretlerdir... 


Hiç istemedi yüreğim bugün o kapıdan içeri girmeyi. Neden dedim, n"oluyorum yine... Girdim.

Canavarlarla karşılaştım kaç defa odalarda da, yok canım dedim, ne alaka.

Bütün o işaretlere rağmen direndim orada olmaya ve gülümsemeye, oysa vakti değildi belki de. Çabaladıkça her şeyin güzel olmasına, boşa gibiydi tüm çaba. Birlikte inemeyecekti gemiler suya. Anca batrınca gemileri devam edilebilecekti yola. Ve o yoldu değerlerle son bulacak ve her adımına değecek yol. O yoldu sonunda sevgiyi, güveni, huzuru ve aşkı barındıran... Ve belki sırf bu yüzden bile değerdi her adımına...

Durmak; ölmekti şimdi, intihar misali korkup kaçmak... O yüzden şu an tek gereken şey yol almak... 

4 Aralık 2012 Salı

hiç...



Aslında sen diye bir şey yok biliyorsun değil mi... Sen sandıkların hep başkaları. Onlar var, sen yoksun. Belki bir ara olmuş olabilirsin, belki ama yoksun işte. Kalmadın. Tükendin, bittin. Şimdi özgürsün kendinden...

Bu kadar yükü taşıyıp taşıyamayacağından haberin yoktu adımını atarken. Yine de attın. Çünkü hep dediler ki sana "Taşıyabileceğin kadarı verilir insana..." İnandın sen de her zamanki gibi, bilmiyordun aslında ne denli yükleri taşıyabileceğini... Taşıdın da belki biraz ezilerek biraz sürünerek ve bittin...

çizgilere basmadan...


                                          kaldırım taşlarını sayarak,
                                          çizgileri kollayarak arşınlıyorum,
                                          yolları...
                                          korkuyorum gelmesin diye karşıma,
                                          gözlerinin aynası.
                                          işitmeyeyim sesini.
                                          boğmasın sorular.
                                          soruların seninse,
                                          benim olmalı tüm yanıtlar.
                                          sesin gelirse kulağıma,
                                          derse ki "iyi misin?";
                                          gücüm yok demeye,
                                          varmaz dilim, "değilim!"
                                          eğer dersen ki bana görünce, 
                                          "nasılsın?"
                                          biliyorum istediğin yanıt
                                          yankılanıyor kulaklarında,
                                          beni nasılsa hiç duymayacaksın!
                                          dilsizsem eğer, lal
                                          nasıl kalsın ki mecal...
                                          eğerim başımı zamana,
                                          gözlerim yolumdan kaçar.
                                          dalar da kaldırımlara
                                          yalnız adımlarımı sayar
                                          bir, iki, üç, ...
                                          kaybolmak güç
                                          dört, ...
                                          üstüme geceyi ört
                                          beş, altı, ...
                                          neden her yan karaltı
                                          yedi, sekiz, dokuz, ...
                                          bir ben miyim yersiz, yurtsuz
                                          on...
                                          şimdi beklenen, bir son.
                                          

27 Kasım 2012 Salı



aslında... 



Asıl mesele ne biliyor musun? Kendimle yaşamam gerektiğinde haber vermeksizin çekip gitmelerin. Karanlık bir oda gibi. Tam oturmuş kahve içerken mesela keyifli keyifli. Sohbet ederken mesela belki, ansızın söndürüp tüm ışıkları gizleniyor gibisin odanın bir başka köşesine. Beni izlediğini biliyorum, her an yanımda olduğunu da... Belki o an öğrenmem gereken şey karanlıkta kahvemi dökmemek için daha dikkatli olmam gerektiği. Elbet bunu öğrenmek için döktüğüm kahve ile yanmam gerekecek ama bunu sen biliyorsun, ben değil. Ben bunu yanarak öğreniyor olacağım. Haklısın bazı şeyleri yaşayarak öğrenmeli belki. Ama en azından şimdi, bir süreliğine yalnız devam edeceğimi kahveme, söyleyemez misin? Neden susup da yanmakla birlikte bir de güvenimden dem vuruyorsun? Neden? 

Işığı kapatıp her saklanışında önce ellerim arıyor seni, sonra karanlığın aydınlığına alışmaya çalışan gözlerim... Sonra aradığım ışık olmuyor karşımdaki. Yine de bir umutla sarılıyorum her ışığa, acaba sen mi? Ama bazısı yakıyor elimi ateş misali. Yandıkça anlıyorum ki sen değilsin. Yandıkça kaçırıyorum önce elimi sonra yüreğimi   ve her defasında daha az cesaret ediyorum denemeye kendimi. Ve her defasında yeniden büyümeye başlıyor içimde içime unutturduğum korku. Pembeden hep daha hızlı siyah ve gri. Halat çekme yarışı misali. Elimde pembe patiska, çapıt gibi, çekiştiriyorum sağa sola erdiğince, kapatsın diye siyahla griyi... Yüreğimin yorgunluğu bedenimi de sarıyor büyütmeye çabalarken pembeyi...

Sonra duruyorum, soruyorum kendime ne yapıyorum? Kimse yok, kendimle savaşıyorum. Mumun fitilini ateşleyen, gitmiş! Mum yanmakta için için, tüketmekte kendini. Bir parmak iziyle sardırıyor her yana alevini. Mum tutuyor, tuttuğu tutuşuyor. .. Küllenip de durulana dek her yer yangın yeri. Cürmünü yakarak tüketen... 

14 Kasım 2012 Çarşamba

Zamanın Anlamsızlığına Dair... 


Zamanın anlamı nedir sizce sevgili okur? Bundan 8-9 sene önce aynı sahneyi paylaştığımız, aynı hüzne ağladığımız insan, dost. Çok farkı yaşamların çok farklı yollarında yürüyorduk ama nasılsa aynıydı adımlarımız sanki, ve birlikte adım atıyorduk... Başımızı birbirimizin omzuna dayıyorduk... Neden yazıyorum ki bunları ya da neden aklıma geldi şimdi? 

Ona ulaşmak için çok uğraştım. Kentler değişti, numaralar, yaşam durumları,... ve bizim birbirimize ulaşabilirliğimiz değişti. Yittik. 

Az önce çaldı telefonumu bilmedik bir numara. Kim ki dedim, demesine de sorgulamaksızın da açtı ellerim. Sıcak bir sesti karşımdaki. İsmimi sordu, evet dedim benim ama sen? Bilebilir misin dedi... Bilirim dedim. Çok eskilere gitmelisin ama dedi afyonunun patladığı zamana... Dur dedim sakın ha neşem olmayasın... Olmayayım o vakit dedi, hüzne ne dersin... Hayır dedim inanamam, o kadar çok ulaşmayı denedim ki... Eski defterleri karıştırırken eline telefon zinciri geçmiş ve hemen aramış beni lütfen, değişmemiş olsun numarası diyerek... Buraya kadarı şaşkın kısmı, sonrası mı? Sanki az önce görüşürüz deyip yan yana odalara çekilmişiz gibi oysa 9 sene oluyor ayrı düşeli... 

Zaman aslında güçlü değilmiş, onu öğrendim. Onun bir şeyi değiştirebildiği falan yok, yok öyle bir şey. Değişimin tümü benim elimde... Şimdi neden aradığını da biliyorum. Ayak bileğime bağlı ve beni düzenli aralıklarla aşağılara doğru çeken zinciri koparmak içindi. Sesin, sözlerinle dağılıp unufak oldu bir halkası daha zincirin. Zincir bu bir halkası kopunca esamesi kalmaz dirliğinin...

Duyduğuma sevindim. Ne iyi bir zamanda ve iyi ki geldin... 

9 Ekim 2012 Salı

ins"an" - in"san"



  • insanlar insanı ayakta tutan 
    her ne kadar yalansa da  kalabalıklar
  • her ne kadar yalnızlıksa da yaşanan
  • yine de insanı insan ayakta tutan
    teşekkür ederim, iyi ki varsınız

24 Eylül 2012 Pazartesi

Elif




Elif Gibi Yalnızım! 

Ne esrem var ne ötrem. 
Ne beni durduran bir cezmim 
Ne bana ben...katan bir şeddem 
Ne elimi tutan bir harf 
Ne anlam katan bir harekem… 
Kala kaldım sayfalar ortasında, 
İşte böyle… 
Bir okuyan bekledim, 
Bir hıfz eden belki. 
Gölgesini istedim bir dostun 
Sen gibi… 
… 
Elif olmak zordur… 
Çünkü elif olmak; 
Yuvarlak bir dünyada dik durmanın, 
Dik ve önde, 
Belki acıyla 
Ama, vazgeçmeden durmanın, 
Dünya ne kadar dönerse dönsün 
Olduğu yerde kalmanın adıdır elif olmak… 
Kaç silah varsa elife çevrilir! 
Elif hep olduğu yerdedir… 
Silahlar patladığında ilk vurulan eliftir! 
Zordur elif olmak… 
Elif olmak hep vurulmaktır! 
Elif olmak yalnızca elif olmaktır… 
Ne B, ne T, ne S 
Elif… 
Yalnızca elif… 
Elif demeden hiçbir şey denilemez. 
Ben elif dedim 
Artık her şeyi söyleyebilirim… 
Hz.Mevlana


27 Ağustos 2012 Pazartesi

Mum Dibine Işık Vermez...


Hani söner ya ışıklar birden de karanlık basıverir ortalığı. Hani birden alışmaz gözlerimiz özmekanına. Hemen bir kibrit ya da çakmak arar elimiz önce. Hemen ardından da bir mum. Karanlığa bir mum yakılır hemen ki ortalık aydınlansın. Bir ışık yayılır etrafa biraz da ısı. Karanlığa yakılan mum alevinin dansı.
               
        Mum dibine ışık vermez. Verse kendini bitirir, bilmez! Biraz ısıtıp aydınlatır ortalığı da aydınlanmaya mum ışığı da yetmez. Karanlığa alıştığını sanan gözlerin önüne gelir eşyalar belli belirsiz. O ana dek bekleyen bilinç düşüncesiz. Takılır gözler ilk etapta pencereye. Sonra biraz yukarı yönelir, göğe. Önce bir yıldız takılır ayn’aya sonra bir başkasını arar. Ayın şavkı yoksa bile yıldızlar yanar. Sonra bakarsın ki yıldızlarla aydınlanmış sokaklar, gökyüzü ışıl ışıl. Sorarsın kendine yıldızlar nasıl yanar? Yanıbaşındaki muma bakarsın. Az önce yaktığın mum ellerinle belli belirsiz bir aydınlığa sebep, ılık bir ışık yayar; yıldızlara bakarsın… Yıldızlar ısıtmaz belki ama yanar. Işığı yayar her yana. Hatta dibine bile eğer bir dibi varsa. Bilirsin o zaman yıldızı yakanı, mumu da…

       Yıldızlar sormadan sorgulamadan, belki ben baktıkça bitmeden tükenmeden yanar. Belki ben onu görürken sönmüştür bile ama ben yanar görürüm. Yıldızın ömrü yanmakta akar. Yıldız yanar çünkü o kendi ışığını yayar bitene dek. Kaynağından gelen enerjisidir ışığı. Yıldızların ışığının yolları ve her yanı aydınlattığını fark ettiğin vakit, ki fark etmek ışıktır, yıldızların altında yürümek gelir yüreğinden, yola düşmek. Bilirsin yıldızlar aydınlatır yolunu. Yıldızlar aydınlatır karanlığı bilirsin. Işığı takip edersin ışık olmak adına. Yıldız enerjisini ışık olup yayıyorsa her yana ben de dersin ışık olabilirim. Enerjimi aydınlanma adına nasıl kullanabilir, nasıl ışık olabilirim. Oysa emekliyorsundur henüz ışığında yıldızın. Henüz bilmeden o ışığın yolunu aydınlatabilmesi için geçen ışık yılının. Işık olmak istersin ışığın yolunda ki bilirsin farkındalık ışıktır. Fark ettikçe ışığı da görmeye başlarsın. Her adımında daha bir aydınlanır yollar daha yakına çağırır seni uzaktaki ışıklar. Bir adım, bir adım daha aydınlanırsın. Ağır ağır. Zira o yolda koşamazsın. Koşarsan aldanıp yıldızın ışığına, takılır düşersin kendi karanlığına. Yıldız ışığıyla aydınlatsa da etrafını, tanıyıp hissetmedikçe yol alamazsın. Ondandır koşamazsın. Ve öğrenirsin neden ağır ağır çıktığını basamakları, neden ağır ağır yol aldığını…  Çünkü artık çok iyi bilirsin ki farkındalık ışıktır.

      Bir yıldızın peşine düşüp ışığında yol alırsın. Işık olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemek uğruna belki. Bilmeksizin ışıyıp ışıyamayacağını, yürürsün. Belki o yıldız da bilmiyordu yılmadan oluşurken, ışımaya çalışırken. Kimbilir belki o da yola düşmüştü bir yıldızın peşinden. Merak bu ya işte, bu defa da yıldızı merak edersin ışığında yol alırken. Ne de olsa yol arkadaşındır artık. Baksanıza bir mumdan nereye vardık…

        Mum dibine ışık vermez. Verse kendini tüketir, bilmez. Yana yana erir yok olur. Söner gider alevi yavaştan alemi terk ederken. Acaba yıldız da söner mi? Yıldız da söner elbet mum misali ama öyle hemen değil. Hele kendini gerçekleştirsin. Hele bir ışık olsun aydınlıklara… Yıldız hem öyle yer yön seçmez yayarken ışığını, ışırken. Her yana yayar. Yayar ki en çok kaç ayn’ada ışığı var? Işığını görüp kaç can yol almaya başlar? Yıldız ışır enerjisince, tükenene dek ama tüketmez kendini mum misali. Enerjisinin tümünü yola düşeceklere ışır. Aydınlatır   yollarını, onları aydınlığa taşır. Çünkü yıldız bilir ki farkındalık ışıktır.

          Sorsam şimdi karanlığa bir mum yakmak mı? Yoksa kendi yıldızını bulmak mı? Mum ısıtır belki yaydığı ışıkla aydınlatırken ortalığı ama yıldızın ışığı içime akar. Aynada çakmak çakmak parladıkça kendimi de görürüm. Görürüm ki bir ben daha var ayn’ada benden öte benden ziyade. Bilirim ki farkındalık ışıktır. Fark ettikçe daha başka alemler mana bulur içimde. Aynaya verip sırtımı attıkça adım aslında aksinle daha çok uzaklaşırken. Aksinden öteye attığın her adım aslında sanadır, özüne. Ondandır yıldız daha parlak gelir ışığıyla gözüne. An be an girdikçe yıldızın ışığı gözüne her adımda biraz daha yanaşırsın özüne.

          Mum dibine ışık vermez yıldız ışıl ışıl ışısa da her yana. Bir sen daha çıkar karşına. Acaba yıldız da bunun farkında mıdır? Çünkü farkındalık ışıktır. Muma bakınca zor dersin yıldız gibi ışımak, ışık olup yaymak. Yıldızı fark edersin. Acaba yıldızın senin yolunu aydınlatana dek ne yollarda yürümüş? Kimi zaman düz yolda düşerken kimi zaman düşlerine düşmüş. Daha bir takdir edersin yıldızı. Zira yıldız olmak zor olsa da farkındalık ışıktır. Yaş aldıkça yaktığın muma üflersin. Mum söner salar duman oysa yıldız ışıldar...




31 Temmuz 2012 Salı

yaz_mak


YAZ"mak...



Yazmak ne yapıyor bana? O sol gözümün seyirmeye başlamasıyla birlikte zihnimdeki resimlerin seyrinin başlaması ile devam eden süreç. O hiç durmayan ses. O an be an yükselmeye devam eden, yazmadıkça daha çok bağıran o ses, o çığlık... Elimi kaleme uzatmadıkça daha çok bağıran, bağıran, bağıran... Çığlıkları kafamın içinden dışarı çıkmak için kafatası kemiğimi içinden tırmalayan, kazıyan, kazıyan, kazıyan... Çıkıp gitmek için, gidebilmek için bir küçücük delik açabilmeye çalışan ve daha çok çığlık atan, daha çok bağıran... Sesi yükseldikçe sol kulağım da uğulduyor, uyuşuyor, sanki tüm diğer seslere sağır ediyor kendisini. Sanki tüm zihnim akıp gidiverecek gibi kulağımın içinden sarımsı bir pembelikle... Ne şirin ve kendini içine çeken bir renk. İçinde karman çorman harfler siyah lekecikler gibi. Bir fırsat bulup biraraya gelmek adına çırpınıp duruyorlar. Sözcükler olabilmek adına çırpınıyorlar. Çırpınırken çektikleri acı daha çok çığlık attırıyor. Her çığlık acıttıkça, acı an be an arttıkça, acı var oldukça daha çok çığlık atıyor. Daha da, daha da çığlık çığlığa... Martılar sanıyorum ara sıra ama daha çok acı var bu "an"da...

23 Haziran 2012 Cumartesi

SU"MARTI


Martılar deniz kuşlarıdır. Çırparlar kanatlarını çığlık çığlığa... Savururlar çığlıklarını iki mavi arasında. Deniz kuşu işte deniz kuşu, keyif kuşu. Keyiflidir bir o kadar. Çığlıklarına gizler acısını, yalnızlığını denizciler gibi. Denize açıldı mı denizci, karaya dönene dek yalnızdır. Suya dayar sırtını. Su, her şeyin başı...

Körfezin yanında izliyorum denizi biraz yukarıdan. Sabahın ilk ışıklarında karşılıyoruz yeni günü çığlıklarıyla martıların. Güneş tepeye varıp da yatmaya dönünce, güne veda başlayınca, ne martı kalıyor semada ne de çığlık. Keyif kuşu işte kaçıyorlar gölgeye, siestaya. Bir kırlangıçlar kalıyor havada çatal kuyruklarıyla. Ne zaman ki duyuluyor ötelerden ilk merhabası akşamın dökülüyor martılar göğe yeniden sapır sapır. Akşam serinliğiyle, dinlenmiş martılar daha bir haykırır... Sonra tut tutabilirsen hadi. Tüm canlılar çekilselerde bir kenara, deniz sabaha kadar martılarındır.

Martılar deniz kuşlarıdır. Ne mavisiz ne denizsiz kalamayanlardan hani. Bir kanatları çırpınsa da mavilikler arasında çığlık çığlığa, karaddır bir kanatları da...

19 Haziran 2012 Salı

ba_ba...


BA-BA

Hangi hecenin iki defa tekrarından bir kahraman yaratabilirsiniz? Ba-ba! Benim bildiğim başkası yok. Baba. Baba; kızının ilk aşkı, oğlunun ilk kahramanı. Zihninizden geçeni gerçek eden adam. Size kıyamayan ilk adam hatta. Bir kız çocuğu ya da oğlan çocuğu olmanız hiç fark etmez. Elinizden tutup sizi her yere götüren adam. Sırtınızı dayayabileceğiniz en sağlam, en güvenilir çınar belki. Çınar bu, meyve vermez belki ama gölgesi yeter. Yıkılana dek gülerek, ağlayarak gölgesine sığındığınız ilk çınar ağacınız. Belki de tek çınar ağacınız. Ta ki, yıkılana dek. Kimi zaman içini kemirip duran bir kurttan, kimi zaman kör bir kurşundan yıkılana dek. Oysa o kadar ulu bir çınar ki sırtınızı verdiğinizde içinize dolan huzur ve güvenle duyamazsınız "kırt, kırt" seslerini kurtların. İçten içe kemirir kurtlar çınarı belki, ama çınar şıklığından hiçbir şey kaybetmez. İçi bomboş kalana dek. İşte o zaman yıkılıverir o koca çınar. Ne yana düşerse düşsün tepenize düşmüş gibi olur. Ezilirsiniz, üzülürsünüz çınara, güven sığınağınıza. Yıkılmasının onun için en iyisi olduğunu biliyor da olsanız zordur kabulü çınarın yıkılışının. Oysa o güne dek sizinle gülüp, sizinle ağlamıştır. Size gülüyorsa da en mutlu gününüzde siz "güzel" olurken bilin ki gözyaşlarını içine akıtmıştır. Eli, yüreği titreyerek uğurlamıştır sizi uzağa ve aynı heyecanla karşılamıştır her defasında. Her defasında elleriyle düşürmüştür sizi yola, ardınızdan uzun uzun el sallayarak ve savurarak dualarını ardınızdan yola. Aynı heyecanla bakmıştır gözlerinize hep. Sizi kucağına ilk aldığı zamanki heyecanla. Sizden daha çok gurur duymuştur başarılarınızdan ve ilk adımınızla yeniden öğrenmiştir yürümeyi. Adını ilk andığınızda başlamıştır konuşmaya. Ondandır hep ona sığınmanız, sırtınızı sorgusuzca ona yaslamanız.

Eğer ki hala bir çınarınız varsa dayayın sırtınızı ona sorgusuzca. Emin olun yere gelmezsiniz. Yok eğer sizin çınarınız da yıkıldıysa merak etmeyin. İlla ki bir tohum atmıştır içinize. Yeni bir çınar filizlenip büyüyecektir. Işığını yayıp ulu bir çınar olacaktır mutlaka küçük kızlar ve oğlanlar "adam" ve sonra "insan" olana dek sırtlarını dayayabilsinler diye...

Ulu çınar(lar)a saygıyla...

16 Mayıs 2012 Çarşamba





Ağlamak...
                                      ağlamak gerek
                                      çisil çisil ağlamak
                                      akıtmak acıları gözlerinden
                                      saklayıp damlalarına gözyaşlarının
                                      ağlamak gerek
                                      çisil çisil ağlamak
                                      çıkarıp atmak belki kendinden
                                      ağlamak gerek
                                      belki gözlerinden
                                      belki de yüreğinden
                                      çisil çisil akıtmak içindekileri
                                      acıtmadan daha çok kendini
                                      ağlamak gerek
                                      çisil çisil ağlamak
                                      sessiz, sitemsiz belki
                                      gecenin nemine saklamak hüzünlerini
                                      gözyaşlarını salıvermek geceye belki
                                      ağlamak gerek
                                      çisil çisil ağlamak
                                      acıtmadan 
                                      ne kendini ne de...

13 Mayıs 2012 Pazar



ANNE... 

Anne diyorlar adına, 
Ne olursa duruyor ayakta inadına,
Ne kayıplar, ne vedalar sarsıyor belki bedenini, yüreğini de,
Ellerini, kollarını açıyor her zaman sana...

Anne olmak, farklı bir şeyler katıyor insana... Ruhuna, bedenine, canına... Ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin anlaşılmıyor onlardaki bu farklılaşma. Hem siz oluyor hem kendisi, hem yeri geliyor evin kızı hem bazen babanızın eşi... 

Anne olmak, farklı bir şeyler katıyor insana... Siz istediğiniz kadar uğraşın, olamıyorsunuz belki öylesine geniş bir yüreğin sahibi... Taşıyamıyorsunuz o denli sevgiyi, paylaşamıyorsunuz belki ya da veremiyorsunuz karşılıksız o denli...

Anne olmak, farklı bir şeyler katıyor insana... Yaşamaya değer bulunan seni, taşıyor, doğuruyor... Neden? Sırf amacına ulaş, gerçekleştirmen gerekenleri gerçekleştir diye... Ve sen yürüdükçe, adım attıkça uzak ya da yakın, hep tutuyor elinden düşme diye, acısa da yolunda, ayakta kalabil"esin" diye...

Anne olmak, farklı bir şeyler katıyor insana... Canınızın canı oluyorsunuz. Canınız can buluyor, anne yaşama yaşam katıyor... Hep çocuk kalmak onunla gerçek oluyor... Çünkü hep çocuğu oluyorsunuz onun...

Anne olmak, farklı bir şeyler katıyor insana... Sevinirken üzülüp, üzülürken sevinebiliyorsunuz anne olunca... Hem ağlayıp hem gülebiliyorsunuz mesela... Hem anne hem baba olabiliyorsunuz hatta bazen kardeş bile anne olunca... Çok zaman öğretmen kimi zaman sınıf arkadaşı ve mütemadiyyen dost olabiliyorsunuz anneliğin yanında...

Anne olmak, farklı bir şeyler katıyor insana... Şimdi büyük vedamızın(ışığın bol olsun baba) üçüncü senesinde yanımdayken ve hep yanımda olduğun için sesleniyorum sana; Anneler Günün Kutlu Olsun Anne... İyi ki varsın... Bana öğrettiğin, öğreteceğin her şey için ve varlığın için teşekkür ederim.... Senin kızın olmak gurur veriyor bana...

9 Mayıs 2012 Çarşamba


canı yanarken, can yakan...

Canı yanan sabretsin.

Canı yakan da yanacağı günü beklesin..

*Hz.Muhammed~ (s.a.v)


Evet, acıdan, canımızın yanmasından söz ediyoruz hep değil mi... Acı büyütüyor, değiştiriyor bizi ve biz acımızı değiştiriyoruz büyüdükçe ve acımızı büyütüyoruz değiştikçe... Acıdıkça derin daha derin alıyoruz nefesimizi, sabrediyoruz, doğru... Peki ne bana dokunan? Yakıyor muyum can? Yandığımca yakıyorsam...! Yaktığım canın da aldığı o derin nefeslerin tükettiği oksijen"siz"lik mi bekleyen beni? Yoksa yandığımca yakıyorsam, yaktığımca yanacağım günü mü beklemekteyim? Sabrım acıya mı? Acısız "an" var mı yaşam denen hayalde? Acımadıkça yaşa"ma"dıkça neden geldik ki? Amacımız, nedenimiz ne? Bu şeref, bu onur bu değer neden biçildi bize? Fark etmedikçe, edemedikçe belki de devam etmenin amacı ne? 

7 Mayıs 2012 Pazartesi


"YOL"culuk...


Kapılar açık ardına dek. Öyle bir rüzgar ki içimden geçen... Heyecanının, keyfinin tarifi yok. Ama hani kasırgaya kapılıverirsin ya... uçurur götürür seni rüzgarın şiddeti... Ne var içeride zincirli?! Prangalara öyle dolanmış ki kördüğüm misali, savurup atmak için tüm bağları kesilmeli. İçimden geçerken rüzgarın belki acıtması bu yüzden! Kurtulma vakti çoktan geldi zincirlerden. İçinde kapalı, kısılı o can çıkıp gitmeli ilk açılan delikten...


Nesin sen orada kalmaya direnen? Söküp atamadığım içimden? Senin, benim özüme ulaşmamı engellemeye çalıştığını düşünüyorum. Buna, bu denli narsistçe hakkın yok. Beni bu denli acıtmaya hakkın yok. Düşlüyorum, söylüyorum, yazıyorum işte anla seni kabul ediyorum. Hatta affediyorum her neysen ki çık git yüreğimden. Ya da orada kalacaksan, kalmakta direneceksen acıtma canımı. Şimdiye dek birlikte yürümedik mi iyi ya da kötü.. Bundan sonra da yürüyelim. Uzlaşalım ve özgür bırakalım birbirimizi. Varmak istiyorum, bana destek ol. Kurtul zincirlerinden özgürsün. Savrul git rüzgarına affettim. Sen benim yaralarımdan birisisin. Zamanın geldi artık, gitmelisin. Gitmelisin ki yoluma devam edebileyim. Daha çok başındayım belki gideceğim yerin. Yol uzun, çetin, derin; yüreğime gelen o esinti serin.


Neden bir acıdan keyif alır beden? O tatlı acıyı öyle seviyorum ki. Zaman zaman acıtıyor gerçekten, zor oluyor dayanmak bile bazen. Ve yine de seviyorum bu acıyı aldığım andan itibaren ve yine keyifliyim bu yola düşmüş olmaktan... Her an yürüyesim var hiç durmadan, yılmadan, bıkmadan... Haz alarak attığım her adımdan, her defasında yeni bir nefes aldığımdan... 

Nefes al...

24 Nisan 2012 Salı

Sevgi"nin "S"si Ardına Gizlenenler...


Sevgi"nin "S"si Ardına Gizlenenler...


Suretimin karşısında suratım var. Duruyorlar karşılıklı ve okuyorlar akislerini aynadan. Aynanın bir yanında suratım öte yanında suretim var. Hangisi gerçek hangisi hayal bilemiyorum. Hangisi ben, hangisi değil ya da belki iki yakasındakilerden biri aynanın ben miyim? Ben neyim ya da kimim? Ne var gözlerinde diğerinin? Ne görüyorum? Ne görüyoruz? Neye bakıyoruz ki! Surat mı suretimde; suret mi suratım. Aynadaki ben miyim yoksa ben mi aynayım? Ben kime aynayım? Neyi, kimi görüyorum aynada ya da görmeliyim? "Ayn"a mıyım, "ayn"ı mıyız? Ay ne diyor acaba, saklamış yıldızları gecenin aydınlığına. İşaretleri görmeden nasıl bulurum gerçeği kılavuzsuz? Suratla sureti nasıl bilirim? Siret ne yanda ise... Surat, suret, ayna, ayn, gerçek, gece, işaret, kamer, yıldız, ... Siret her yerde hepsini gören, görülür eden. Sırat ne yandaysa surat yanında. Surat da suret olmalı, sevgi sonsuz... Bir de sen.

1 Nisan 2012 Pazar

Sen Yüreğime Esince


Sen Yüreğime Esince...


          Evin durgun dingin havası vardır hani, 
          Ilıktır içerisi, sakindir
          Sıcacıktır bedenlerimiz
          Bir pencere açılıverir o an
          Sanki bir kanala girersin
          O soğuk, o esinti
          Öyle bir yalar geçer ki bedenini
          Ürperirsin...


          İşte her seferinde böyle gelişin
          Yüreğimin ılığına açılıveren pencere gibi
          Bir baraj kapağı açılınca
          Özgürlüğünü ilan eden sular gibi
          Hırçınca ve tüm heybetiyle acının
          Gelişin büyük kapıdan
          Mavinin serinliği ve derinliğiyle
          Yüksek tavanları dolanıp 
          O en derin noktaya yerleşiverir gibi
          Yerleşip tüm hislerimi alt üst eder gibi


          Her gelişin bir değişim 
          Seni ruhumda her buluşum
          Yaşamına bir daha dokunuşum
          Yaşamıma bir daha dokunuşun
          Aynı noktada kesişmek
          Keşfetmek birbirimizi
          Takip edip bulmak izimizi


          Yaşamak seni, heyecanlı
          Nerede ve ne zaman ayrıntı
          Seninle her an canlı
          Oluşun dokunuşu gibi
          Senli benlerin susuşu
          Uzaklara bakan ve belki
          Aslında hiçbir şeyi görmeyen gözlerin konuştuğu
          Sözcüksüz bir dil sanki
          Yürekçenin en edebi hali
          Işığın en aydınlık anı

26 Mart 2012 Pazartesi

canım "acı"yor

canım "acı"yor...

                                           Kırmızının Psikobiyografisi...
                                  Düşün sonu...
                                  Beklemenin sancısı... 
                                  Acı, gerçekten acı...
                                  Boğazımdaki düğümler...
                                  Kalbimdeki batarlar, o sancı...
                                  Soluk alamamak ne acı...
                                  Acı, daha çok acı...
                                  Gözlerimden taşan korku...
                                  Büyük kapıdan içimde kalanlar...
                                  Büyük mavinin uzaklığı, mavisizlik...
                                  Acı, bu defa gerçekten daha acı...
                                  Oyun...
                                  Sürekli oynanan oyunlar...
                                  Sürekli oyun oynamak zorunluluğu...
                                  Sürekli bir "-muş gibilik"...
                                  Ama hep var-mış gibilik...
                                  Ama hiç yok-muş gibilik...
                                  Acı, daha da çok acı...
                                             Melek kanatlarınsız geçecek zam"an"...
                                             Dokunsuz açlıklar...
                                             Acı, acı, daha çok acı...
                                  Çok "acı"yorum...

11 Mart 2012 Pazar

Bir Düş Masalı


BİR DÜŞ MASALI

"Düş"ünceden "düş"ünceye koşarken karşıma "Düş" Ülkesini kaybetmiş bir "Düş" Perisi çıktı. "Düş"lerini Ol"uşturduğu "Düş" Ülkesini kaybetmiş... Onu arıyordu derinlere doğru, özüne koşarak... Tam "düş"ecektim ki onu görünce "Dur!" dedi. Kaybettim "Düş" Ülkemi, tüm "düş"lerim orada... "Düş"lerimin gerçek Ol"abilmesi için yeniden gitmeliyim "Düş" Ülkeme... 

"Düş"ündüm "Düş" Perisinin sözlerini, hak verdim ona. "Düş"ünceli "düş"ünceli; hadi dedim, "düş" önüme, gidelim ötelere. Gidelim uzaklara ki bulalım "Düş" Ülkeni... 

"Düş"üne taşına y"ol"ları arşınladık. Kah "düş"tük kah kalktık. Yılmadık yıldırmadık. "Düş"lere ulaşmak adına "Düş" Ülkesine doğru gerçekleşmesi için "düş"lerimizin ve hiç"ten var etmek için Ol"uşu "düş"ünmeksizin aradık "Düş" Perisi ile "düş"lerinin Ol"duğu "Düş" Ülkesini... 

8 Mart 2012 Perşembe

Kadın Nedir Adın?


KADIN, NEDİR ADIN; 
NEDİR BUGÜN KUTLADIĞIN!

                                    kadın candır, kadın insan
                                    acıdır sıkça gördüğün kadınsan
                                    kadın aşktır, kadın sevgi
                                    içinde barındırır, büyütür her bir rengi
                                    gökkuşağının yedi yüzü
                                    kadının yüreğinden kopar her sözü
                                    kadın yaşamdır, kadın yaşayan
                                    can verdikçe evladına kimi zaman yaşatan
                                    kadın emektir, kadın yemek
                                    kadının elindendir en lezzetli yemek
                                    kadın öğretendir, kadın öğrenen
                                    kadınla yaşar öğrenmeyi bilen
                                    kadın düştür, kadın melek
                                    yanındayken için ürperir
                                    yoksa yaşamın eziyet
                                    kadın hanımdır, kadın hatun
                                    bir kadının koynundaydı en derin uykun
                                    sen olmana rağmen
                                    susuyorsan, sual etmeden
                                    sen her kimsen ve her neyse adın 
                                    adsız bir kahramansın
                                    çünkü adın kadın...

2 Mart 2012 Cuma

bekl"erken"


bekl"erken"...

... Ve melek sordu; "Ölüm nasıl beklenir?" diye kanatlarıma...

Yanıtladım...

Sorgusuzca... Sükutla ve en azından "oluş"suz bir "an"da yaşamaya devam edeceğini bilerek. Beklenene erken ulaşmayı haketmenin derinliğiyle...

Ve melek soludu derin derin, arınırcasına...